Anlatıcı (Baş Kahraman): Sürekli afyon ve şarp
içen, insanlardan uzakta yaşayan, pek kimseyle muhatap olmayan, soğukkanlı bir
tip. Yarı hayal aleminde yarı gerçek dünyada yaşıyor. “Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda
korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden
geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Ve şimdi yazmaya karar
vermişsem, bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir.Duvardan doğru
eğilmiş, yazdıklarımı oburca yutmak, yok etmek isteyen gölgeme. İşte onun için
denemek istiyorum: Birbirimizi ola ki daha iyi tanırız. Uzun zamandır
başkalarıyla bütün bağlarımı koparmışım, kendimi daha iyi tanımak istiyorum.” [Hidâyet(çev.Behçet
Necatigil), 2017:15] “Afyon içince
büyük, latif, büyülü ve yüce düşüncelere kavuşuyor, bu dünyanın ötesindeki
âlemlere geçiyordum.” [Hidâyet (çev. Behçet Necatigil), 2017:56].
Genç Kız: “Ağız
kenarlarında iradesiz, esrik bir gülümseme donmuş kalmıştı. Olmayan, kayıp bir
kimseyi düşünüyor gibiydi. Kızın büyüleyen, iri gözlerini gördüm, insana acı
sitemler veriyordu bu gözler. Acılıydı;hayret,tehditve vaitler vardı bu
gözlerde; gördüm. Hayatımın kıvılcımı, bu ışıltılı esrarlı gözlerin
derinlerinde kaybolup gitmişti. Bu çekici ayna, bütün benliğimi, insan
düşüncesinin kavrama gücünden âciz kaldığı bölgelere almış götürmüştü:
Türkmenlerinki gibi dar çekik bu gözler, olağanüstü ve mest edici parıltıyla
canlı, hem ürkütücü, hem çekiciydiler. Hiç kimsenin göremeyeceğikorkulu manzara
ve sırları seyreder gibiydiler. Çıkık yanaklar, yüksek alın,ince ve bitişik
kaşlar, dolgun hafif aralık dudaklar, o dudaklar ki uzun tutkulu bir öpüşle
yeni öpülmüş, ama susuzlukları giderilmemiştir. Siyah saçları çözük dağınık,
solgun yüzüne dökülüyor, birkaç zülüf şakaklarında kıvrılıyordu. Uzuvlarının
letafeti, hareklerindeki esîrî özentisizlik, hepsi, onun uçacak gibi, kırılacak
gibi olduğunu gösteriyordu. Hint tapınaklarında bir rakkasenin hareketleri
ancak böyle ahenkli olabilirdi.” [Hidâyet (çev. Behçet
Necatigil), 2017:18-19].
İhtiyar: Kambur,
bir servinin dibinde oturan, gülüşü korkunç bir tip. “Tüyleri dikaen diken eden kuru, felaket bir gülüştü bu. Yüz ifadesi
hiç değişmeksizin katı, sinir, alaycı bir gülüşle gülüyordu adam. Sanki bir
gülüşün yankısıydı bu; oyuk boş bir içerden geliyordu.” [Hidâyet (çev.
Behçet Necatigil), 2017:19].
Dadı: Fala, büyüye
inanan, yaşlı bir kadın. Anlatıcının bakımıyla ilgileniyor. “Bazen gidiyor, komşulardan ilaç getiriyordu
bana. Büyücüye, falcıya gidiyor, benim çin akıl danışıyor, kehanetler dileniyordu.
Geçen yılın son çarşambası gitmiş, eve bir kâse soğan, pirinç ve kokmuş yağ
getirmiş, bunları benim iyi olmam için dilendiğinisöylemişti. Bu rezaletleri
gizlice yemeğime de kattı, bana yedirdi. Belirli zamanlarda beni, hekimbaşının
verdiği, kaynattırdığı o felaket sıvıları içmeye zorluyordu: zofaotu,
meyankökü, kâfur, baldırıkara,paptyaçiçeği, defneyağı, ketentohumu, çamfıstığı,
nişasta, suteresive daha bir sürü süprüntü.” [Hidâyet (çev. Behçet
Necatigil), 2017: s.57-58].
Anlatıcının Eşi: Kocasını
birçok erkekle aldatıyor ve kocasının yanına yaklaşmıyor. “O kadın ki, beni yanına yaklaştırmamış, beni tahkir etmişti; bana bir
kerecik olsun dudaklarını öptürmediği
halde, ben onu seviştim.” [Hidâyet (çev. Behçet Necatigil), 2017: s.69]