KÖR BAYKUŞ
Sâdık
Hiâyet’in asıl adı Bûf-i Kûr olan Kör Baykuş adlı romanı ilk kez 1936
yılında yayımlanmıştır. Eser Fransızca, Rusça, İngilizce, Almanca, Macarca ve
Çekçe’den sonra çağdaş İran edebiyatının ilk roman olarak Türkçe’ye 1977
yılında Behçet Necatigil tarafından Kör
Baykuş adıyla çevrilmiştir.
İki bölümden
oluşan eserin ilk bölümünde, anlatıcının
gördüğü düş ve o düşün, romanın adı verilmeyen kahramanı üzerindeki
etkileri üzerinde durulmaktadır. Bu düşte, anlatıcı, kendisini ziyarete gelen
amcasına ikram etmek için evindeki diğer odadan şarap aldığı sırada, duvardaki
pencerede, bir servinin dibinde oturan kambur bir ihtiyar görür, karşısında
melekler kadar güzel bir genç kız ona doğru eğilmiş, sağ eliyle mavi bir
gündüzsefası uzatıyor, ihtiyar da sol elinin işaret parmağını ağzına götürmüş
tırnağını ısırıyordur. Anlatıcıyı gören ihtiyar, tüyleri diken diken eden
uğursuz bir kahkaha atar. Bu düşün etkisiyle kendinden geçen anlatıcı, birinci bölüm boyunca düşünde
gördüğü hayali kızın peşindedir.
İkinci
bölümde ise, kahramanın gerçek hayattaki dünyasıyla karşılaşır okur. Evi,
karısı, ailesi hakkında bilgiler veren kahraman, halasının kızı olan karısıyla yalnızca bir gece birlikte
olmasından duyduğu nefreti anlatırken, okur, kahramanın adım adım bir canavara
dönüşünü ve karısını öldürmeye varan saplantılı aşkına tanık olur. (Deler,
2012:27-28)
Eserde
Zaman Algısı
Kör Baykuş,
Nevruz’un on üçüncü günü, yani yeni yılda , 21 Mart’ta başlamaktadır. 21
Mart’ın bir önemi vardır, çünkü bu tarihte insanlar gelenek olduğu üzere kentin
dışına çıkarlar, şenlik yaparlar. Anlatıcı, bu tarihte odasının duvarındaki
pencereden o düşü görür. Yeni yıl, biten bir yılın ardından yeni bir başlangıç yapmayı, eskinin geride
kalışını simgeler. Anlatıcı da bu tarihte gördüğü düşle hayatının dönüm noktasını yaşamıştır. Ancak onun için bu
tarih bir felaketin başlangıcı olmuştur. (Deler, 2012:31)
Eserde
Mekân Algısı
Kör Baykuş’ta anlatıcı, kendi içine
kapalılığını yansıtır bir biçimde daha çok durağan mekânlarda bulunmaktadır.
Issız yerler, asude yamaçlar dikkat çekicidir. Eserde, anlatıcının hayatı,
şehirden uzakta, sessiz, sakin, kırsal bir yerde olan evinde, odasının dört
duvarı arasında kalemlikler üzerine resim çizmekle geçmektedir.
Bunun
yanı sıra anlatıcının karısını gömmeye götürürken geçtiği yerler ve gömdüğü yer
de ilginç bir şekilde anlatılmıştır. Yolda, cenaze arabası büyük bir süratle
yolları geçerken, anlatıcının ne
rüyasında ne de uyanıkken hiç görmediği
manzaralar karşısına çıkar: “Yolun iki
yanında çentikli tepeler, acayip bodur ve ilençli ağaçlar; aralarından bakan
kül rengi, üç köşe, küp, prizma biçimi
evler; evlerde küçük, karanlık, camsız pencereler…” Anlatıcı gördüğü
evlerde sanki hiçbir zaman bir canlının oturmadığı hissine kapılmıştır. Sonra
ansızın koyu bir sis ardında bütün manzaranın kaybolmasıyla ve cenaze arabası
çıplak bir dağ eteğinde durmuştur. Ölünün gömüleceği yere gelmişlerdir. Burası
Suren Irrmağı’nın kıyısıdır. Nitekim anlatıcı da çocukluğunda karısıyla
birlikte geldiği, öbek öbek mavi kokusuz gündüzsefalarıyla dolu bu yeri sanki
biliyor gibidir. (Deler, 2012:35-36)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder