12 Aralık 2018 Çarşamba

Sorular

1) Baş karaketerin olaylara tepkilerini yorumlayınız.
2) Kitaptan hareketle Sâdık Hidyet’in edebî kişiliği hakkında bilgi veriniz.
3) Kitapta yer alan mitolojik unsurlar nelerdir?
4) Kitaptaki karakter Sâdık Hidâyet’i yansıtmakta mıdır? Neden?
5) Kitapta sevdiğiniz ve sevmediğiniz yerler nelerdir? Sebepleriyle birlikte açıklayınız.
6) Kitabın sonunda yer alan Bozorg Alevî’nin Sâdık Hidâyet ile ilgili yazdıkları hakkında ne düşünüyorsunuz?
7) Sâdık Hidâyet’in buhranlı bir yaşantısının olmasının sebebi/sebepleri nelerdir?
8)  Sâdık Hidâyet’in “…başımdan ilginç bir şey geçmedi. Ne yüksek bir mevki sahibiyim, ne de sağlam bir diplomam var. Okulda hiçbir zaman örnek öğrenci olamadım, başarısızlıklar her yerde buldu beni. Nerede çalışırsam çalışayım silik, unutulmuş bir memurdum; şefleri memnun edemedim. İstifa ettim mi seviniyorlardı… Bırak gitsin, yaramaz! Çevrem böyle görüyordu beni, haklıydılar belki de.” sözünü yorumlayınız.
9) Kör Baykuş’un bir dönem İran’da yasaklanmış olmasının sebepleri sizce nelerdir?
10) Kitaptan ve Sâdık Hidâyet’in edebî  kişiliğinden hareketle modern İran edebiyatı hakkında bilgi veriniz.

Kör Baykuş'u Neden Okumalıyız?




Modernist ve Postmodernist Açıdan Kör Baykuş


     Postmodern yazarlar dış dünyayı yirminci yüzyıl yazarları gibi direkt yansıtmak istemezler. Ama dış dünyayı direkt yansıtmama işini aynı niyet üzere devam ettirmezler. Postmodernistlerin amacı eski metinlerin kurgu dünyasından hareket ederek kendilerine oyunsu yeni bir yaşam alanı oluşturmaktır.
     Yirminci yüzyıl modernist romanı edebiyattaki bütün normları yıkarak kendisine yeni bir elbise dikmiş ve anti-roman durumuna gelmiştir. Şöyle ki romanın geleneksel anlatısındaki yolculuk hâli dış dünyadan iç dünyaya evrilmektedir. Yani artık yolculuk hâli somutluk üzerinden değil de iç dünyadaki soyutluk üzerinden devam etmektedir.
     Modernist yazarın, soyut dünyada ve zamanın içinde istediği gibi dolaşabilmesini sağlayan kurgusal buluşların başında bilinçakımı (Bewusstseinsstrom/stream of consciousness) tekniği gelir. Roman kişisinin iç dünyasında, zamandan zamana atlayarak, her türlü determinist ve dilbilgisel kısıtlamanın dışında özgürce dolaşma olanağı sağlar bilinçakımı.
     Bu noktada Kör Baykuş insanın düşünme biçimini dramatize etme anlamında modernist romanın teknik olarak âlâmet-i fârikası olan iç monolog ve bilinçakışı tekniklerinin kullanıldığı, yeni bir zihin ve bellek algısının, bilinç algısının merkezde tutulduğu bir romandır.
     İç dünya ile dış dünya arasındaki ayrımın net olmaması hem mekânsal hem de psikolojik olarak iç içe geçmiş durumdadır. Kör Baykuş’ta çoğu yerde kahramanın rüyada mı olduğu yoksa o anlık gerçekliğinde yaşadıklarını mı anlattığı meselesi  bir hayli karışıktır. Bütün bu karışıklıkta baş karakter sürekli kendiyle konuşma hâlindedir. Modernist  romanın kullandığı iç monolog ve bilinç akışı teknikleri burada varoluşçu bir kisve ile birlikte sunulduğu için kendillik ve benlik sorgusu, gölgesiyle ve kendiyle yüzleşme hâli romanın biçiminin ve üslûbunun ahengi sağlayan unsurlar olmuştur.
     Kör Baykuş’ta modernist romanın en genel çerçevesini çizen özelliklere değil fakat yan unsurların Doğululuktan etkilendiği özelliklere rastlamak mümkündür. Mesela yine çizgisel olmayan bir zaman döngüsü var kitapta fakat bu çizgisel olmama hâli, Mrs. Daloway’de olduğu gibi bir zaman dilminin tamamlanmasına izin vermiyor. Daha yuvarlak hatlı, geçişli zaman dilimleri hâlinde ilerliyor roman. Sanki bir çember tamamlanıyor. Çemberin tamamlanması da romanın başında anlatılan  ve Doğu sanatının bir ürünü olan minyatür ile başlatılıyor. Kitabın sonunda başkahramanın aynada suratına bakarken kendinin bir tasvir olduğunu düşünmesi ile de eserin başındaki minyatüre atıfta bulunuluyor. Böylece düş ile gerçekliğin, çizgisel olmayan zaman algısının bir minyatür ile çemberin tamamlanması şeklinde sunulması da Doğu’ya ait unsurların  modernist bir yorumla romanda sunulabilmesine imkan sağlamış oluyor. Ayrıca kitabı bilindik modernist romanın özelliklerinin yanında şahsına münhasır kılan bir diğer özellik de İran mitolojisine sürekli atıflar yapılmasıdır. Bu atıflar modernist romanı zenginleştiren ve Doğu modernizmi ve Batı modernizme gibi iki farklı dünyadan bahsedilip bahsedilemeyeceği meselesindeki tartışmayı başlatabilecek önemli noktalardan biridir. (Sezgin, 2018:40-43)

Eserde Yalnızlık ve Yabancılaşma



     Tek romanı olan Kör Baykuş ve hikâyelerinin konularını yoksul halk kesiminden alan Sâdık Hidâyet  için Behçet Necatigil, yazarın, gerçekleri sosyal-devrimci bir yaklaşımla ve korku yüklü fantastik bir hava içinde değerlendirdiğini belirterek Hidâyet’in bir yandan da yalnız adamın varlık nedenlerini araştırdığını dile getirir. Behçet Necatigil, yazarın eserlerinde en belirgin leitmotiflerin boşluk duygusu ve ölüm olduğunu ifade etmektedir. Kör Baykuş’ta, anlatıcı, kentin dışında kimselerin olmadığı evinde yaşamını sürdüren, evinden dışarı çıkmayan biridir. Halası tarafından büyütülen anlatıcı, bütün  hayatını kalemdan yaparak geçiren ve afyon ve şarap  içen, bu sebeple de düşler gören bir karakterdir. Karısı olmasına rağmen onunla hiçbir iletişim kurmayan anlatıcı, karısının dostlarını takip ederek onlar gibi davranmayı amaçlar. Karakter karısını öldürdükten sonra yaşadığı fiziksel değişimle kendine karşı da bir yabancılaşma içine girer.

    Sâdık Hidâyet de karakter gibi yalnız bir adam olmanın mutsuzluğunu yaşamıştır. Kendi hayatından bahsederken hayatının ne kadar boş olduğunu vurgular. Hayat hikâyesinde önemli bir şeyin olmadığını söyleyen yazar şöyle devam  eder: “…başımdan ilginç bir şey geçmedi. Ne yüksek bir mevki sahibiyim, ne de sağlam bir diplomam var. Okulda hiçbir zaman örnek öğrenci olamadım, başarısızlıklar her yerde buldu beni. Nerede çalışırsam çalışayım silik, unutulmuş bir memurdum; şefleri memnun edemedim. İstifa ettim mi seviniyorlardı… Bırak gitsin, yaramaz! Çevrem böyle görüyordu beni, haklıydılar belki de.”(Deler, 2012:39-40)
     Bozorg Alevî (Sâdık Hidayet’in yakın  arkadaşı) kitabın son sözünü  Hidâyet’in romanında bir kurtuluş yoktur, olsa olsa bir boşalmadırsonuç. Güzelliği ve gerçeği arama çabasından  mahvolup giden  yılgın adam, sonunda bizzat kötülük ifriti olur çıkar.
Ama Hidâyet, kendisi, bütün o acılardan kendi isteğiyle ölerek kurtuldu. Ümitsizliğe düşmüştü. İkinci Dünya Savaşı’nın sonu, yurdundaki durum ve şartların olumlu bir değişme geçireceğine ilişkin ümitlerini boşa çıkarmıştı. Bir kurtuluş yolu görmüyor, kendini horlanmış, yenik hissediyordu.
Ölümünden az önce bir hikâye taslağı kaleme almıştı, şuydu konu: Annesi ‘Salgı salamaz ol!’ diye beddua eder yavru örümceğe. Küçük örümcek ağ  yapamayınca ölüme kurban gider. – Hidâyet’in hayat hikâyesi miydi bu?”  [Hidâyet (çev. Behçet Necatigil), 2017:88] diyerek bitirir. Gerçekten de o küçük örümcek Sâdık Hidâyet miydi acaba?

Kişiler Arası İlişkiler



     Anlatıcı-Genç Kız: Anlatıcı evinde şarap  almak için girdiği odanın penceresinde bu genç kızı görüyor. “Şişeyi almıştım ki, duvardaki pencereden gördüm: Evin arkasındaki kırda, bir servi dibinde kambur bir ihtiyar oturuyordu. Karşısında genç bir kız, hayır bir cennet meleği ona doğru eğilmişti; sağ eliyle mavi bir gündüzsefası uzatıyorduona, ve ihtiyar, sol elinin işaret parmağını ağzına götürmüş, tırnağını ısırıyordu.” [Hidâyet (çev. Behçet Necatigil), 2017: s.18].
     Genç Kız-İhtiyar:  Anlatıcının gördüğü düşte genç kız ihtiyara mavi bir gündüzsefası uzatır.
     Anlatıcı-Dadı: Annesini kaybettikten sonra anlatıcı dadıya verilmiştir. Dadısı aynı zamanda sütannesidir. Anlatıcının bakımıyla ilgilenmektedir. “Hâsılı ben daha  süt çocuğu imişim, dadımın kucağına vermişler.” [Hidâyet (çev. Behçet Necatigil), 2017: s.43].
     Anlatıcı-Eşi: Anlatıcının halasının kızıdır. Aynı zamanda sütkardeşidir. 

Karakterler


     Anlatıcı (Baş Kahraman):  Sürekli afyon ve şarp içen, insanlardan uzakta yaşayan, pek kimseyle muhatap olmayan, soğukkanlı bir tip. Yarı hayal aleminde yarı gerçek dünyada yaşıyor. “Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir.Duvardan doğru eğilmiş, yazdıklarımı oburca yutmak, yok etmek isteyen gölgeme. İşte onun için denemek istiyorum: Birbirimizi ola ki daha iyi tanırız. Uzun zamandır başkalarıyla bütün bağlarımı koparmışım, kendimi daha iyi tanımak istiyorum.” [Hidâyet(çev.Behçet Necatigil), 2017:15] “Afyon içince büyük, latif, büyülü ve yüce düşüncelere kavuşuyor, bu dünyanın ötesindeki âlemlere geçiyordum.” [Hidâyet (çev. Behçet Necatigil), 2017:56].

     Genç Kız: “Ağız kenarlarında iradesiz, esrik bir gülümseme donmuş kalmıştı. Olmayan, kayıp bir kimseyi düşünüyor gibiydi. Kızın büyüleyen, iri gözlerini gördüm, insana acı sitemler veriyordu bu gözler. Acılıydı;hayret,tehditve vaitler vardı bu gözlerde; gördüm. Hayatımın kıvılcımı, bu ışıltılı esrarlı gözlerin derinlerinde kaybolup gitmişti. Bu çekici ayna, bütün benliğimi, insan düşüncesinin kavrama gücünden âciz kaldığı bölgelere almış götürmüştü: Türkmenlerinki gibi dar çekik bu gözler, olağanüstü ve mest edici parıltıyla canlı, hem ürkütücü, hem çekiciydiler. Hiç kimsenin göremeyeceğikorkulu manzara ve sırları seyreder gibiydiler. Çıkık yanaklar, yüksek alın,ince ve bitişik kaşlar, dolgun hafif aralık dudaklar, o dudaklar ki uzun tutkulu bir öpüşle yeni öpülmüş, ama susuzlukları giderilmemiştir. Siyah saçları çözük dağınık, solgun yüzüne dökülüyor, birkaç zülüf şakaklarında kıvrılıyordu. Uzuvlarının letafeti, hareklerindeki esîrî özentisizlik, hepsi, onun uçacak gibi, kırılacak gibi olduğunu gösteriyordu. Hint tapınaklarında bir rakkasenin hareketleri ancak böyle ahenkli olabilirdi.” [Hidâyet (çev. Behçet Necatigil), 2017:18-19].

     İhtiyar: Kambur, bir servinin dibinde oturan, gülüşü korkunç bir tip. “Tüyleri dikaen diken eden kuru, felaket bir gülüştü bu. Yüz ifadesi hiç değişmeksizin katı, sinir, alaycı bir gülüşle gülüyordu adam. Sanki bir gülüşün yankısıydı bu; oyuk boş bir içerden geliyordu.” [Hidâyet (çev. Behçet Necatigil), 2017:19].

     Dadı: Fala, büyüye inanan, yaşlı bir kadın. Anlatıcının bakımıyla ilgileniyor. “Bazen gidiyor, komşulardan ilaç getiriyordu bana. Büyücüye, falcıya gidiyor, benim çin akıl danışıyor, kehanetler dileniyordu. Geçen yılın son çarşambası gitmiş, eve bir kâse soğan, pirinç ve kokmuş yağ getirmiş, bunları benim iyi olmam için dilendiğinisöylemişti. Bu rezaletleri gizlice yemeğime de kattı, bana yedirdi. Belirli zamanlarda beni, hekimbaşının verdiği, kaynattırdığı o felaket sıvıları içmeye zorluyordu: zofaotu, meyankökü, kâfur, baldırıkara,paptyaçiçeği, defneyağı, ketentohumu, çamfıstığı, nişasta, suteresive daha bir sürü süprüntü.” [Hidâyet (çev. Behçet Necatigil), 2017: s.57-58].

     Anlatıcının Eşi: Kocasını birçok erkekle aldatıyor ve kocasının yanına yaklaşmıyor. “O kadın ki, beni yanına yaklaştırmamış, beni tahkir etmişti; bana bir kerecik olsun  dudaklarını öptürmediği halde, ben onu seviştim.” [Hidâyet (çev. Behçet Necatigil), 2017: s.69]

11 Aralık 2018 Salı

Kör Baykuş




  
   KÖR BAYKUŞ
     Sâdık Hiâyet’in asıl adı Bûf-i Kûr olan Kör Baykuş adlı romanı ilk kez 1936 yılında yayımlanmıştır. Eser Fransızca, Rusça, İngilizce, Almanca, Macarca ve Çekçe’den sonra çağdaş İran edebiyatının ilk roman olarak Türkçe’ye 1977 yılında Behçet Necatigil tarafından Kör Baykuş adıyla çevrilmiştir.
     İki bölümden oluşan eserin ilk bölümünde, anlatıcının  gördüğü düş ve o düşün, romanın adı verilmeyen kahramanı üzerindeki etkileri üzerinde durulmaktadır. Bu düşte, anlatıcı, kendisini ziyarete gelen amcasına ikram etmek için evindeki diğer odadan şarap aldığı sırada, duvardaki pencerede, bir servinin dibinde oturan kambur bir ihtiyar görür, karşısında melekler kadar güzel bir genç kız ona doğru eğilmiş, sağ eliyle mavi bir gündüzsefası uzatıyor, ihtiyar da sol elinin işaret parmağını ağzına götürmüş tırnağını ısırıyordur. Anlatıcıyı gören ihtiyar, tüyleri diken diken eden uğursuz bir kahkaha atar. Bu düşün etkisiyle kendinden  geçen anlatıcı, birinci bölüm boyunca düşünde gördüğü hayali kızın peşindedir.
     İkinci bölümde ise, kahramanın gerçek hayattaki dünyasıyla karşılaşır okur. Evi, karısı, ailesi hakkında bilgiler veren kahraman, halasının  kızı olan  karısıyla yalnızca bir gece birlikte olmasından duyduğu nefreti anlatırken, okur, kahramanın adım adım bir canavara dönüşünü ve karısını öldürmeye varan saplantılı aşkına tanık olur. (Deler, 2012:27-28)
     Eserde Zaman Algısı
     Kör Baykuş, Nevruz’un on üçüncü günü, yani yeni yılda , 21 Mart’ta başlamaktadır. 21 Mart’ın bir önemi vardır, çünkü bu tarihte insanlar gelenek olduğu üzere kentin dışına çıkarlar, şenlik yaparlar. Anlatıcı, bu tarihte odasının duvarındaki pencereden o düşü görür. Yeni yıl, biten bir yılın ardından  yeni bir başlangıç yapmayı, eskinin geride kalışını simgeler. Anlatıcı da bu tarihte gördüğü düşle hayatının dönüm  noktasını yaşamıştır. Ancak onun için bu tarih bir felaketin başlangıcı olmuştur. (Deler, 2012:31)
     Eserde Mekân Algısı
     Kör Baykuş’ta anlatıcı, kendi içine kapalılığını yansıtır bir biçimde daha çok durağan mekânlarda bulunmaktadır. Issız yerler, asude yamaçlar dikkat çekicidir. Eserde, anlatıcının hayatı, şehirden uzakta, sessiz, sakin, kırsal bir yerde olan evinde, odasının dört duvarı arasında kalemlikler üzerine resim çizmekle geçmektedir.
     Bunun yanı sıra anlatıcının karısını gömmeye götürürken geçtiği yerler ve gömdüğü yer de ilginç bir şekilde anlatılmıştır. Yolda, cenaze arabası büyük bir süratle yolları geçerken, anlatıcının  ne rüyasında ne de uyanıkken  hiç görmediği manzaralar karşısına çıkar: “Yolun iki yanında çentikli tepeler, acayip bodur ve ilençli ağaçlar; aralarından bakan kül rengi, üç köşe, küp,  prizma biçimi evler; evlerde küçük, karanlık, camsız pencereler…” Anlatıcı gördüğü evlerde sanki hiçbir zaman bir canlının oturmadığı hissine kapılmıştır. Sonra ansızın koyu bir sis ardında bütün manzaranın kaybolmasıyla ve cenaze arabası çıplak bir dağ eteğinde durmuştur. Ölünün gömüleceği yere gelmişlerdir. Burası Suren Irrmağı’nın kıyısıdır. Nitekim anlatıcı da çocukluğunda karısıyla birlikte geldiği, öbek öbek mavi kokusuz gündüzsefalarıyla dolu bu yeri sanki biliyor gibidir. (Deler, 2012:35-36)